Beyin Cerrahisinin Anadolu’da Doğuşu ve Gelişimi

Stok Kodu:
9786256169449
Boyut:
215-285-
Sayfa Sayısı:
304
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2025-10-28
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
Kuşe
Dili:
Türkçe
3.000,00
9786256169449
656347
Beyin Cerrahisinin Anadolu’da Doğuşu ve Gelişimi
Beyin Cerrahisinin Anadolu’da Doğuşu ve Gelişimi
3000.00
Tarih geçmiş ile gelecek arasında bitmeyen bir diyalogdur. Edward Hallett Carr 1961 Tarih ile mesleki/akademik anlamda ilgilenen, geçmişe ilişkin olayları yer ve zaman göstererek ve yaşandığı dönemin koşullarını göz önünde bulundurarak yorumlayan ve neden-sonuç ilişkisine bağlı sistemik bilgileri araştıran, derleyen ve sunan kişilere “tarihçi” dersek, meslekten tarihçi olmayan birinin tarih yazımına soyunmasının pek çok güçlükler barındırdığı açıktır. Her şeyden önce tarih yazıcılığı kaynaklara eleştirel bakabilmeyi gerektirir. Elinizdeki malzemeye eleştirel bakabilmenin yanında bu malzemeden özgül yanların seçilerek bir anlatım bütünlüğü içinde birleştirilebilmesi gerçek bir güçlüktür. Bu güçlüklerden bir diğeri meslekten tarihçilerin de karşı karşıya olduğu, gerçeği olduğu gibi yansıtabilme sorunudur. İçinde yaşadığımız dönem kadar yakın geçmişin anlatısında dahi, yazıcının siyasi, kültürel, akademik dünya görüşünün bilgi ve biriminin anlatıyı ne kadar değiştirebildiğine tanık oluyoruz. Yüz yıllar hatta bin yıllar öncesinden gelen son derece kısıtlı kaynaklarla objektifliği yakalayabilmek ise olanaksıza yakın zorluktadır. Ancak takdir edilmelidir ki yöntembilimsel bilgi ve deneyim eksikliği nedeni ile mesleği tarihçilik olmayan biri için bu sorun daha da büyüktür. İkincisi konunuzla ilgili gelişmeleri, olay ve olguları anlatırken çevresel, siyasi, ekonomik, tarihsel koşulları da verebilmeniz gerekir. Tarih, geçmiş zamanlarda olup bitmiş olayları ve haberleri derleyip nakletmek değildir. Olay ve olguları kuru kuruya birbiri ardınca sıralamak nedensellik ilişkisinin yakalanmasına fayda vermeyecektir. Bu yazım tarzı ile okuyucu “neden” sorusuna yanıt bulamaz. Bu hatayı özel bir konunun tarihçesini yazmaya soyunan ve tarihçi olmayan, daha ziyade ilgili alanın profesyoneli olan “tarih meraklısı” yazarlarda sık görmekteyiz. Ancak meslekten tarihçi olmayan, başka meslek üyelerinin de kendi mesleklerinin tarihlerini araştırması ve yazması kanımca bir zorunluluktur. Çünkü mesleklerini ilgilendiren birtakım sorunların çözümünde ne gibi aşamalardan geçildiğini bilmek öğrenmeyi kolaylaştıran ve mantıksal bir zemine oturtulmasını sağlayan önemli bir çalışma alanıdır. Zorlukların ve sorunların aşılmasında kimi zaman sapılmış olan hatalı yolları ortaya çıkarmak günümüz meslektaşını bu hataların tekrarına düşmekten koruyacaktır. Bazı buluşların hangi gereksinimlerden doğduğunu anlamak mesleği bir bütün olarak kavrayabilmeyi sağlamaktadır. Değerli felsefecilerimizden Ahmet Arslan, tarih denen çalışmayı bir anlatı olmaktan çıkarıp bir bilim haline getiren öncü bilim adamı İbn Haldun (27 Mayıs 1332, Tunus - 19 Mart 1406, Kahire) hakkındaki eserinde (Arslan A, İbni Haldun. 5. Baskı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2022 İstanbul) İbn Haldun'un tarihi “Tarihin hakikatinin, alemin umranı olan insani toplumsal örgütlenme ve bu umranın doğasından doğan vahşilik (tavahhus), ehlilik (taannus), çeşitli asabiyeler, insanların bazılarının diğerleri üzerine çeşitli egemenlik biçimleri (tagallubat), bu egemenlik olayından çıkan mülk, hanedanlar, bunların içinde mevcut çeşitli dereceler, insanın hayatını kazanmak ve sürdürmek için gerçekleştirdiği çeşitli kazanç (kasb) ve geçinme (ma'aş) yolları, bilimler, san'atlar gibi olay grupları ve umranda meydana gelen benzeri haller üzerine bir haber olduğu bilinmelidir.'' şeklinde tanımladığını aktarmaktadır. İbn Haldun bununla da tarihçinin işinin bitmeyeceğini, onun ele aldığı olaylar arasındaki ilişkiyi ortaya koyması, olayların neden ve nasıl meydana geldiklerini de açıklaması gerektiğini söylemektedir. Aynı derecede önemli diğer bir sorun da yazmaya soyunduğunuz konu için bir tezinizin olması gerektiğidir. Aksi takdirde yazdıklarınız basit bir kronolojik anlatımın ötesine geçemez ve tarih anlatımı için çok önemli olan/olması gereken çağın gelişimleri ve gereksinimleri ile bağlantı kurulamaz (Resim 1). Çok kestirmeden yazmak gerekirse okumakta olduğunuz kitabın tezi mesleğimizin üzerinde yaşadığımız topraklarda, yaklaşık bin yıldır yaşadığımız kara parçasında, Anadolu'da ilk tohumlarının atıldığıdır. Metin içinde bu teze dair ipuçları verilmekte ve eğer okuyucu tarafından kabul görürse, kanıtlar sunulmaya çalışılmıştır. Bu konu hem beyin cerrahlarının hem de tarihçilerin bir çalışma alanı haline gelmelidir ki her gün gün yüzüne çıkarılan yeni bulgular ve bunların sistematik yorumlanması sayesinde gerçeğe en yakın durum anlaşılsın ve ortaya konulabilsin. Sonuçta kanımca tarih anlatısı ve hatta çalışması katı gerçekleri aktarmaktan çok yeniden yapılandırma ve yorumlama faaliyetidir. Bu kitapta her dönemin özel gelişmeleri okuyucuya aktarılırken Anadolu yarımadasının bu gelişmelere sunduğu katkı ve dönemin ekonomi politiğinin de izlenebilir olmasına çalışılmıştır. Kitapta mesleki uygulama gelişmeleri yanında dernekleşme, sosyal durumun oluşturulması ve geliştirilmesi, kurumların inşası konuları da olabildiğince kapsamlı olarak ele alınmaya çalışılmıştır. Öncü kişiler, kurumlar, meslekten olmamasına rağmen bu mesleğin gelişimine kimi zaman bir kişiyi teşvik ederek, kimi zaman bir kurumun oluşumuna yol açarak büyük katkı sunmuş diğer hekim ve siyasiler ve çabaları üzerinde de durulmaya çalışılmıştır. Bir sosyal bilim disiplini olan tarihin, nasıl gerçeğe uygun olarak yansıtılabileceği/yazılabileceği sorunu üzerindeki düşünceler XX. yüzyıla yaklaşılırken doğa bilimlerinin geçirdiği dönüşümden etkilenmiştir. Öncü tarih yazıcılarının, doğa bilimlerinde büyük atılımlar gerçekleştiren bilim adamlarının ortaya çıktıkları dönemde yaşamış olmaları ve doğa bilimlerindeki sıçramalara ve yeni teorilerin gelişimine tanıklık etmeleri de bu durumda önemli rol oynamıştır. Gerçi bunun bir rastlantı olduğunu düşünmek hatalı bir beklenti olur. Her iki büyük alanda da çevresel koşullar, siyasi ve ekonomik durum aynı nedenlerle böylesi büyük atılımların gerçekleşebilmesine olanak tanımıştır. On dokuzuncu yüzyıl tamamlanırken, insan, kültür ve buluntuların ortaya çıktıkları çevre ile ilişkisi konusunda araştırmalar yapan sosyal bilimciler, doğa bilimcilerin ilke ve yöntemlerini benimseyerek kullanmaya başlamışlardır. Nedensellik ilkesinin sosyal bilimler alanında, özellikle tarih yazımında da kullanılmaya başladığını bu dönemde görmekteyiz. Tarih yazımının bir anlatı olmaktan çıkmaya başlaması ve nedensellik ilişkilerinin dikkate alınmaya çalışılması bu döneme denk gelmektedir. Ancak elbette bunu tarihin kendi aygıtları ve malzemeleri üzerinden yapabilmek olanaklıdır. Konu tarih olunca en önemli malzemeler birincil kaynaklardır. Tarih yazımında bu kaynaklara ulaşabilmek sorunun büyük kısmını çözmektedir. Ancak çoğu kaynak bulunmaz, güç bulunur, bulunan ise gerçek mi sonradan üretme mi kolayca anlaşılamaz. Bu zaman ve ekonomi açısından tüketici bir uğraşıdır. Kitapların yeniden yazma yoluyla çoğaltıldığı matbaa öncesi dönemlerde çoğaltıcının hatalı örnekler üretmesi çok büyük olasılık içindedir. Aynı zamanda bu dönemin bir özelliği olarak aslına sadık kalma gereğinin hissedilmemesi, kitaba birçok açıklayıcı not eklenmesi, hatta beğenilmeyen düşünceleri içeren paragrafların çıkarılması dahi çok karşılaşılan ve olağan kabul edilen durumlardandır. Bir eserin çeşitli yazma nüshalarından birinde diğerlerinde olmayan fazladan bir bölüm olması bile pek de nadir olmayarak karşılaşılan bir hâldir. Tarih yazıcısı tarihi kişilikleri anlatırken onları ortaya çıkaran koşulların, geliştikleri ortamın ve konusuyla ilgili o dönemde esen rüzgârın bağlantılarını vermelidir. Yoksa tarih yazımında sıklıkla gördüğümüz, ortaya nasıl çıktığı belli olmayan ve adeta olağan üstü zekâ ve yeteneği ile birdenbire belirmiş insanlar ile dolu, tabiri caizse “doğa üstü” kişilerden söz eden bir metin ortaya çıkar. Elinizdeki kitap hazırlanırken yukarıda sayılan bu güçlüklerin hepsi aşılması gereken birer sorun olarak önümde duruyordu. Bu sorunlar ve burada söz konusu edilmeyen daha başka birçok sorun ve eksikliklerin giderilebilmesi için yılların ürünü ve birikimi ile oluşturduğu arşivini kullanımıma sunarak bulunmaz bir destek sunan sayın hocam Prof. Dr. M. Necmettin Pamir'e özel bir teşekkür borçluyum. Aslında Prof. Pamir bu kitabın yazılması konusundaki fikir ve teşvikleriyle çok daha büyük bir teşekkürü hak ediyor. Günümüzde alan ayırmadan bilim ve genel olarak sosyal bilimlerde özgün düşünceye bağlı bir hipotez oluşturma ve bunun üzerine inşa edilecek bir eserin çıkış noktasını belirlemek giderek kısırlaştığı gözlenen bir durumdur. Bu çıkış noktasının bulunması ve kitabın inşası konusunda yardım öneri ve yüreklendirmeleri olmasaydı bu kitap asla gerçekleşmezdi. Prof. Pamir Türk beyin ve sinir cerrahisi ailesinde bu disiplinin her alanında genç meslektaşlarını yazmaya, üretmeye, yaptıkları günlük pratikten sıyrılarak işin araştırma kısmıyla da ilgilenme ve zaman harcamaya cesaretlendirmesi ile bilinmektedir. Sadece bu kitabın vücut bulmasında değil, aşılamaya çalıştığı anlayış için de ayrı ve daha büyük bir teşekkürü borç bilirim. Prof. Pamir tüm meslek yaşamı boyunca beyin cerrahisi için bir iklim, bir ortam yaratmanın gerekliliğine inanmış ve bu doğrultuda verilebilecek hiçbir çabayı öğrencilerinden ve çalışma arkadaşlarından esirgememiştir. Prof. Dr. M. Necmettin Pamir'in katkıları bunlarla da bitmiyor. Kitabın taslağını büyük titizlikle defalarca okuyarak, tartışarak, birçok noktaya dikkat çekerek yapıcı eleştirilerini sunmuş ve kitabın elinizdeki duruma gelmesine önemli katkı sağlamıştır.
Tarih geçmiş ile gelecek arasında bitmeyen bir diyalogdur. Edward Hallett Carr 1961 Tarih ile mesleki/akademik anlamda ilgilenen, geçmişe ilişkin olayları yer ve zaman göstererek ve yaşandığı dönemin koşullarını göz önünde bulundurarak yorumlayan ve neden-sonuç ilişkisine bağlı sistemik bilgileri araştıran, derleyen ve sunan kişilere “tarihçi” dersek, meslekten tarihçi olmayan birinin tarih yazımına soyunmasının pek çok güçlükler barındırdığı açıktır. Her şeyden önce tarih yazıcılığı kaynaklara eleştirel bakabilmeyi gerektirir. Elinizdeki malzemeye eleştirel bakabilmenin yanında bu malzemeden özgül yanların seçilerek bir anlatım bütünlüğü içinde birleştirilebilmesi gerçek bir güçlüktür. Bu güçlüklerden bir diğeri meslekten tarihçilerin de karşı karşıya olduğu, gerçeği olduğu gibi yansıtabilme sorunudur. İçinde yaşadığımız dönem kadar yakın geçmişin anlatısında dahi, yazıcının siyasi, kültürel, akademik dünya görüşünün bilgi ve biriminin anlatıyı ne kadar değiştirebildiğine tanık oluyoruz. Yüz yıllar hatta bin yıllar öncesinden gelen son derece kısıtlı kaynaklarla objektifliği yakalayabilmek ise olanaksıza yakın zorluktadır. Ancak takdir edilmelidir ki yöntembilimsel bilgi ve deneyim eksikliği nedeni ile mesleği tarihçilik olmayan biri için bu sorun daha da büyüktür. İkincisi konunuzla ilgili gelişmeleri, olay ve olguları anlatırken çevresel, siyasi, ekonomik, tarihsel koşulları da verebilmeniz gerekir. Tarih, geçmiş zamanlarda olup bitmiş olayları ve haberleri derleyip nakletmek değildir. Olay ve olguları kuru kuruya birbiri ardınca sıralamak nedensellik ilişkisinin yakalanmasına fayda vermeyecektir. Bu yazım tarzı ile okuyucu “neden” sorusuna yanıt bulamaz. Bu hatayı özel bir konunun tarihçesini yazmaya soyunan ve tarihçi olmayan, daha ziyade ilgili alanın profesyoneli olan “tarih meraklısı” yazarlarda sık görmekteyiz. Ancak meslekten tarihçi olmayan, başka meslek üyelerinin de kendi mesleklerinin tarihlerini araştırması ve yazması kanımca bir zorunluluktur. Çünkü mesleklerini ilgilendiren birtakım sorunların çözümünde ne gibi aşamalardan geçildiğini bilmek öğrenmeyi kolaylaştıran ve mantıksal bir zemine oturtulmasını sağlayan önemli bir çalışma alanıdır. Zorlukların ve sorunların aşılmasında kimi zaman sapılmış olan hatalı yolları ortaya çıkarmak günümüz meslektaşını bu hataların tekrarına düşmekten koruyacaktır. Bazı buluşların hangi gereksinimlerden doğduğunu anlamak mesleği bir bütün olarak kavrayabilmeyi sağlamaktadır. Değerli felsefecilerimizden Ahmet Arslan, tarih denen çalışmayı bir anlatı olmaktan çıkarıp bir bilim haline getiren öncü bilim adamı İbn Haldun (27 Mayıs 1332, Tunus - 19 Mart 1406, Kahire) hakkındaki eserinde (Arslan A, İbni Haldun. 5. Baskı, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2022 İstanbul) İbn Haldun'un tarihi “Tarihin hakikatinin, alemin umranı olan insani toplumsal örgütlenme ve bu umranın doğasından doğan vahşilik (tavahhus), ehlilik (taannus), çeşitli asabiyeler, insanların bazılarının diğerleri üzerine çeşitli egemenlik biçimleri (tagallubat), bu egemenlik olayından çıkan mülk, hanedanlar, bunların içinde mevcut çeşitli dereceler, insanın hayatını kazanmak ve sürdürmek için gerçekleştirdiği çeşitli kazanç (kasb) ve geçinme (ma'aş) yolları, bilimler, san'atlar gibi olay grupları ve umranda meydana gelen benzeri haller üzerine bir haber olduğu bilinmelidir.'' şeklinde tanımladığını aktarmaktadır. İbn Haldun bununla da tarihçinin işinin bitmeyeceğini, onun ele aldığı olaylar arasındaki ilişkiyi ortaya koyması, olayların neden ve nasıl meydana geldiklerini de açıklaması gerektiğini söylemektedir. Aynı derecede önemli diğer bir sorun da yazmaya soyunduğunuz konu için bir tezinizin olması gerektiğidir. Aksi takdirde yazdıklarınız basit bir kronolojik anlatımın ötesine geçemez ve tarih anlatımı için çok önemli olan/olması gereken çağın gelişimleri ve gereksinimleri ile bağlantı kurulamaz (Resim 1). Çok kestirmeden yazmak gerekirse okumakta olduğunuz kitabın tezi mesleğimizin üzerinde yaşadığımız topraklarda, yaklaşık bin yıldır yaşadığımız kara parçasında, Anadolu'da ilk tohumlarının atıldığıdır. Metin içinde bu teze dair ipuçları verilmekte ve eğer okuyucu tarafından kabul görürse, kanıtlar sunulmaya çalışılmıştır. Bu konu hem beyin cerrahlarının hem de tarihçilerin bir çalışma alanı haline gelmelidir ki her gün gün yüzüne çıkarılan yeni bulgular ve bunların sistematik yorumlanması sayesinde gerçeğe en yakın durum anlaşılsın ve ortaya konulabilsin. Sonuçta kanımca tarih anlatısı ve hatta çalışması katı gerçekleri aktarmaktan çok yeniden yapılandırma ve yorumlama faaliyetidir. Bu kitapta her dönemin özel gelişmeleri okuyucuya aktarılırken Anadolu yarımadasının bu gelişmelere sunduğu katkı ve dönemin ekonomi politiğinin de izlenebilir olmasına çalışılmıştır. Kitapta mesleki uygulama gelişmeleri yanında dernekleşme, sosyal durumun oluşturulması ve geliştirilmesi, kurumların inşası konuları da olabildiğince kapsamlı olarak ele alınmaya çalışılmıştır. Öncü kişiler, kurumlar, meslekten olmamasına rağmen bu mesleğin gelişimine kimi zaman bir kişiyi teşvik ederek, kimi zaman bir kurumun oluşumuna yol açarak büyük katkı sunmuş diğer hekim ve siyasiler ve çabaları üzerinde de durulmaya çalışılmıştır. Bir sosyal bilim disiplini olan tarihin, nasıl gerçeğe uygun olarak yansıtılabileceği/yazılabileceği sorunu üzerindeki düşünceler XX. yüzyıla yaklaşılırken doğa bilimlerinin geçirdiği dönüşümden etkilenmiştir. Öncü tarih yazıcılarının, doğa bilimlerinde büyük atılımlar gerçekleştiren bilim adamlarının ortaya çıktıkları dönemde yaşamış olmaları ve doğa bilimlerindeki sıçramalara ve yeni teorilerin gelişimine tanıklık etmeleri de bu durumda önemli rol oynamıştır. Gerçi bunun bir rastlantı olduğunu düşünmek hatalı bir beklenti olur. Her iki büyük alanda da çevresel koşullar, siyasi ve ekonomik durum aynı nedenlerle böylesi büyük atılımların gerçekleşebilmesine olanak tanımıştır. On dokuzuncu yüzyıl tamamlanırken, insan, kültür ve buluntuların ortaya çıktıkları çevre ile ilişkisi konusunda araştırmalar yapan sosyal bilimciler, doğa bilimcilerin ilke ve yöntemlerini benimseyerek kullanmaya başlamışlardır. Nedensellik ilkesinin sosyal bilimler alanında, özellikle tarih yazımında da kullanılmaya başladığını bu dönemde görmekteyiz. Tarih yazımının bir anlatı olmaktan çıkmaya başlaması ve nedensellik ilişkilerinin dikkate alınmaya çalışılması bu döneme denk gelmektedir. Ancak elbette bunu tarihin kendi aygıtları ve malzemeleri üzerinden yapabilmek olanaklıdır. Konu tarih olunca en önemli malzemeler birincil kaynaklardır. Tarih yazımında bu kaynaklara ulaşabilmek sorunun büyük kısmını çözmektedir. Ancak çoğu kaynak bulunmaz, güç bulunur, bulunan ise gerçek mi sonradan üretme mi kolayca anlaşılamaz. Bu zaman ve ekonomi açısından tüketici bir uğraşıdır. Kitapların yeniden yazma yoluyla çoğaltıldığı matbaa öncesi dönemlerde çoğaltıcının hatalı örnekler üretmesi çok büyük olasılık içindedir. Aynı zamanda bu dönemin bir özelliği olarak aslına sadık kalma gereğinin hissedilmemesi, kitaba birçok açıklayıcı not eklenmesi, hatta beğenilmeyen düşünceleri içeren paragrafların çıkarılması dahi çok karşılaşılan ve olağan kabul edilen durumlardandır. Bir eserin çeşitli yazma nüshalarından birinde diğerlerinde olmayan fazladan bir bölüm olması bile pek de nadir olmayarak karşılaşılan bir hâldir. Tarih yazıcısı tarihi kişilikleri anlatırken onları ortaya çıkaran koşulların, geliştikleri ortamın ve konusuyla ilgili o dönemde esen rüzgârın bağlantılarını vermelidir. Yoksa tarih yazımında sıklıkla gördüğümüz, ortaya nasıl çıktığı belli olmayan ve adeta olağan üstü zekâ ve yeteneği ile birdenbire belirmiş insanlar ile dolu, tabiri caizse “doğa üstü” kişilerden söz eden bir metin ortaya çıkar. Elinizdeki kitap hazırlanırken yukarıda sayılan bu güçlüklerin hepsi aşılması gereken birer sorun olarak önümde duruyordu. Bu sorunlar ve burada söz konusu edilmeyen daha başka birçok sorun ve eksikliklerin giderilebilmesi için yılların ürünü ve birikimi ile oluşturduğu arşivini kullanımıma sunarak bulunmaz bir destek sunan sayın hocam Prof. Dr. M. Necmettin Pamir'e özel bir teşekkür borçluyum. Aslında Prof. Pamir bu kitabın yazılması konusundaki fikir ve teşvikleriyle çok daha büyük bir teşekkürü hak ediyor. Günümüzde alan ayırmadan bilim ve genel olarak sosyal bilimlerde özgün düşünceye bağlı bir hipotez oluşturma ve bunun üzerine inşa edilecek bir eserin çıkış noktasını belirlemek giderek kısırlaştığı gözlenen bir durumdur. Bu çıkış noktasının bulunması ve kitabın inşası konusunda yardım öneri ve yüreklendirmeleri olmasaydı bu kitap asla gerçekleşmezdi. Prof. Pamir Türk beyin ve sinir cerrahisi ailesinde bu disiplinin her alanında genç meslektaşlarını yazmaya, üretmeye, yaptıkları günlük pratikten sıyrılarak işin araştırma kısmıyla da ilgilenme ve zaman harcamaya cesaretlendirmesi ile bilinmektedir. Sadece bu kitabın vücut bulmasında değil, aşılamaya çalıştığı anlayış için de ayrı ve daha büyük bir teşekkürü borç bilirim. Prof. Pamir tüm meslek yaşamı boyunca beyin cerrahisi için bir iklim, bir ortam yaratmanın gerekliliğine inanmış ve bu doğrultuda verilebilecek hiçbir çabayı öğrencilerinden ve çalışma arkadaşlarından esirgememiştir. Prof. Dr. M. Necmettin Pamir'in katkıları bunlarla da bitmiyor. Kitabın taslağını büyük titizlikle defalarca okuyarak, tartışarak, birçok noktaya dikkat çekerek yapıcı eleştirilerini sunmuş ve kitabın elinizdeki duruma gelmesine önemli katkı sağlamıştır.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat