Bu işlem için üye girişi yapmanız gerekiyor

Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne Trablusgarp-Libya İlişkileri

Stok Kodu:
9789751756350
Boyut:
135-210-0
Sayfa Sayısı:
1
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2025-12-03
Kapak Türü:
Sıvama Kapak
Kağıt Türü:
Mukavva
Dili:
Türkçe
Kategori:
800,00
9789751756350
693634
Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne Trablusgarp-Libya İlişkileri
Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne Trablusgarp-Libya İlişkileri
800.00
“Libya”, ilk defa Yunanlıların bölge için kullandığı adlardan biri olmakla beraber, bölgenin ilk yerleşimcilerinden Berberî Levâte kabîlesinin adının zaman içinde değişime uğraması sonucunda bu ifadenin ortaya çıktığı ifade edilmektedir. Osmanlı Türkçesinde kullanılan Trablusu'l-Garb, Trablus-i Garb ve Trablusgarp adları ise, bölgenin Suriye-Lübnan'daki (Doğu) Trablus'tan ayrılmasını sağlama amacına yöneliktir. Batıda yer alan Trablus, bölgeye ticarî amaçla gelen Fenikeliler tarafından kurulmuş ve bölge, M.Ö. V. yüzyılda Kartaca'ya bağlanmıştır. Bingazi ise, M.Ö. 630 yılında bölgeye gelen Yunanlılar tarafından oluşturulan antik Siren şehrinin kurulmasıyla ortaya çıkmıştır. Fenike, Kartaca, Yunan, Roma ve Bizans hâkimiyetlerinden sonra Hz. Ömer devrinde, Amr bin As kumandasındaki ordu 642 yılında Mısır'ın ardından Trablus ve Tunus'a doğru hareket etmiş ve 647'de Ukbe bin Nâfî ile Trablus'ta zafer kazanılmıştır. Oldukça köklü bir tarihe sahip olan bu coğrafyaya Osmanlı Devleti 15 Ağustos 1551'de hâkim olmuş ve Murad Ağa Trablusgarp'e ilk vali olarak atanmıştır. Murad Aga döneminde Fizan'a kadar bugünkü Libya Devleti'nin neredeyse tamamına yakını Osmanlı Devleti hâkimiyetine dâhil edilmiş edilmiştir. 1556'da da Turgut Reis beylerbeyi olarak burada görevlendirilmiştir. Turgut Reis'in dokuz yıllık valiliği Trablusgarp tarihinde önemli bir yer tutmakta olup bu bölgelerde yaşayan kabileler devlete tabii hale getirilmiştir. Libya tarihinde Karamanlılar dönemi ayrı bir öneme haiz olup 1711 yılında Karamanlı Ahmed Bey, Padişahın bu temsilî pozisyondaki “Beylerbeyilik” uygulamasına son verilen bir kararla , “Sultan Naibliği” benzeri bir imtiyaz tevdi edilmesini başarmıştır. .Müteakiben de Mısır'da Kavalalı hanedanında olduğu gibi Trablusgarp'te de bir Karamanlı hanedanı oluşmaya başlamıştır. Libya üç bölgeden müteşekkil olup, birisi Anadolu türkülerine de konu olan Fizan, birisi Trablusgarp ve bir diğeri de Sirenayka'dır. Osmanlı Devleti bu coğrafyanın tamamına çok önem atfetmiştir. Çünkü bu coğrafya Akdeniz güvenliğinin kilit noktası olarak görülmektedir. Bu nedenle de Trablusgarp ve Kuzey Afrika'daki toprakların tamamının müdafaası amacıyla, Anadolu'dan genç erkekler asker olarak Garp Ocakları'na gönderilmiştir. Daha sonraki süreçte Tunus, Cezayir ve Trablusgarp'de görev yapan bu askerlerin yerel halktan kızlarla evlenmesine müsaade edilmeye başlanılmış ve böylece sayıları bugün yüzbinlerle ifade edilen bir “Kuloğlu” aşireti oluşmuştur. Kuloğlu ifadesi günümüzde babaları Anadolu kökenli Türk ve Müslüman asker, anneleri yerel halktan kişiler manasına gelmektedir. Günümüzde ağırlıklı olarak Mısrata, Trablus, Zawiya, Derna ve Zliten ve Bingazi'de yaşayan bu aşiretin hali hazırdaki nüfus durumu net olarak bilinmemekle birlikte 1936 nüfus sayımına göre yaklaşık 35 binlik bir nüfusa sahip olmalarından hareket ederek günümüzde 7 milyona yakın Libya nüfusu içinde bu sayının bir milyonu geçtiğini söylemek mümkündür. ugün Libya'nın Mısrata şehri, Türklerin bütünüyle blok halinde yaşadıkları bir yer. Libya'nın tam ortasında bulunan Akdeniz'in iki sahilinin üzerinde duran Mısrata, yüzölçümü ve nüfusuna göre Libya'nın 3. büyük şehridir. Bu şehirde Kuloğlu/KöroğluTürkaşiretihâkim. II. Abdülhamid zamanında bölgenin artan stratejik önemi doğrultusunda Trablusgarp 'deki aşiret ileri gelenlerinin çocukları ve Kuloğullarından oluşan “Hamîdiye Alayları” kurularak, dışardan gelebilecek emperyalist saldırılara karşı hazırlıklı olunması için bilinçli bir faaliyet yürütülmüştür. Bir taraftan da Trablus, Fizan ve Bingazi'de birer kanaat önderi olan tarikat şeyhleri ve kabile başkanlarına madalyalar ve nişanlar verilip, unvanlar ihdas edilmek suretiyle Osmanlı Devletine bağlılık güçlendirilmeye çalışılmıştır. Fizan Sancağı, Osmanlı Devleti'nin Jön Türkleri sürgün ettiği bir yer olarak acılarla anılan bir bölge olarak tarihe geçmiştir. Ancak talyanların sömürgeci saldırıları karşısında, Fizan'da o sırada sürgünde bulunan tıbbiyeli ve harbiyeli Jön Türkler vilayetin çeşitli alanlarında istihdam edilerek, mevcut şartlar altında kendilerinden istifade edilmek istendiğinde de gönüllü olmakdan asla geri durmamışlar ve bu mücadeleye iştirak etmişleridr. 1908'de II. Meşrutiyet ilan edildiğinde Trablusgarp halkı bunu o kadar da coşkuyla karşılamamış hatta II. Abdülhamit aleyhine bir gelişme olarak görüp tepki gösteren aşiretler vb olmuştur. Bunun üzerine İttihat ve Terakki tarafından; meşrutiyet idaresinin nimetleri hakkında halkın bilgilendirilerek bir takım asayiş dışı eylemlere son verilmesi amacıyla Eylül 1918'de henüz Kurmay Yüzbaşı olan Mustafa Kemal görevlendirilmiştir. Bu şaşırtıcı görülmemelidir. Zira Mustafa Kemal Paşa II. Meşrutiyet sürecinde bir İttihatçıdır. Mustafa Kemal Paşa burada bulunduğu süre zarfında meydana gelen isyanları bastırmış ve Ocak 1909 ‘da İstanbul'a dönmüştür. Müteakiben de bölgedeki başarısından dolayı İttihat ve Terakki Fırkası kongresinde "Trablusgarp delegesi" seçilmiştir. 1911'de Trablusgarp'in İtalya'nın işgaline maruz kalması üzerine bu defa gönüllü olarak Mustafa Kemal Paşa, Enver ve Nuri Paşa ile birlikte yeniden bölgeye gelmiştir. Burada yürüttüğü stratejik plan ve uygulamalarla İtalyanlara karşı güçlü bir direniş teşkil edebilmek için yerli halktan milis grupları teşkil etmeye çalışmıştır. İtalyan işgalinin ilerleyen zamanlarında 28, 30'lu yaşlarda olan dönemin önde gelen genç Osmanlı kurmaylarından onlarca kişi gönüllü olarak Trablusgarp'taki direnişte aktif bir şekilde görev almaya devam etmişlerdir. Bu süreçte Teşkilât-ı Mahsûsa'nın da, bölgedeki mensupları ile sivil halkdan milis grupları teşkil ederek faaliyet yürüttüğü bir gerçektir. Halktan da efsanevi direnişçiler İtalya'ya karşı Trablusgarp halkının yanında destansı mücadele gerçekleştirmişlerdir. Bunlardan başta geleni Ömer Muhtar ve Şeyh Ahmed Şerîf es-Senûsî ‘dir. Mustafa Kemal Paşa ile İslam dünyasında saygın bir isim olan Şeyh Ahmet es-Senusi arasında başlayan dostluk, daha sonraki süreçte de devam edecektir. Mustafa Kemal Paşanın Trablusgarp'de önde gelen aşiret liderleri ile görüşmeler yaparken genelde büyük bir kararlılık içinde ikna yöntemini tercih etmiş olduğu görülmektedir. Güvenilir din adamlarından gerekli zaman ve zeminde destek almayı da sürdürmüştür. Benzeri davranışların 1919 sonrası için Anadolu iç isyanlarına karşı da aynen uygulanmış olduğu bir gerçektir. Elbette bu süreçte Şeyh Ahmet es- Senusi'nin TBMM emri dâhilinde Güneydoğu Anadolu ve Irak bölgesinde isyan etme ihtimali bulunan aşiretler üzerine nasihatçı olarak gönderilmiş olması da üstünde önemle durulması gereken konular arasındadır. Mondros Mütarekesi sonrasında 15 Kasım 1918 tarihinde Wilson Prensipleri'nin 9. Maddesinde “İtalya'nın sınırları, açıkça belirlenmiş ulusal sınırlar temelinde yeniden çizilmelidir” ibaresi ve 12. Maddede ifade edilen “ Bugünkü Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Türk kesimlerine güvenli bir egemenlik tanınmalı, Türk yönetimindeki öbür uluslara da her türlü kuşkudan uzak yaşam güvenliğiyle özerk gelişmeleri için tam bir özgürlük sağlanmalıdır. ……” selahiyeti doğrultusundaTrablus Cumhuriyeti kurulmuştur.Elbetteki bu durum, Anodolu'daki gelişmelerden bağımsız olmayıp, bölgede Teşkilatı Mahsusanın yoğun faaliyetleri doğrultusunda bu sonuca ulaşılmış olduğu bir gerçektir.Aynı durum 3 ay gibi kısa bir ömrü olsa da 31 Ağustos 1913 de kuruluşu ilan edilen Garbî Trakya Hükûmet-i Muvakkatesi/Batı Trakya Geçici Hükûmeti ile 17-18 Ocak 1919'da kuruluşu ilan edilen Cenub-ı Garbi Kafkas Hükûmet-i Muvakkate-i Milliyesi/Cenub-ı Garbi Kafkas Hükûmet-i Cumhuriyesinin ilan süreçlerine çok benzemekte olup aynı devlet aklı ile bu startejinin uygulanmış olduğunu söylemek mümkündür. 16 Kasım 1918'de Trablusgarp Cumhuriyeti'ni kuran kadrolara baktığımızda da İtalyan işgaline karşı direnişi başlatan birçok ismi görmek mümkündür. Aynen Osmanlı coğrafyası üzerinde kurulmuş olan diğer iki cumhuriyet gibi ömrü uzun olamasa da (1918-1922 ) bu siyasi yapının İslam coğrafyasında emperyalizme karşı bir umut olduğunu söylemek mümkündür. İtalyanların II. Dünya Savaşı devam ederken 1942'de tahliye etmek mecburiyetinde kaldıkları Libya'nın kaderi değişmemiş ve bu defa da İngiliz hâkimiyeti başlamıştır. Türkiye bu gelişmeleri doğru değerlendirebilmek için 13 Nisan 1942'de Genelkurmay Hava Müşaviri Tuğgeneral Şefik Çakmak başkanlığında bir heyeti Libya'ya göndermiştir. O tarihlerde hala Mustafa Kemal Atatürk'ün kültür coğrafyası üzerinde etkin olma stratejisi takip edilmekte olup, henüz Marchall yardımı süreci başlamamıştır. Yani tarih eğitimi hala milli olup, Türkiye'ye bir Akdeniz ülkesi olduğu ve Libya'nın stratejik önemi unutturulmamıştır. İkinci Dünya Savaşı'nda Şeyh Ahmet es- Sunusî'nin yeğeni İdris, İngiltere safındaki devletlere yardım ederken, Libya'nın bağımsızlığı sözünü almıştır. Ancak I.Dünya Savaşında İngiltere ne yaptıysa, II. Dünya Savaşı esnasında ve sonrasında yaptıkları arasında da büyük benzerlikler bulunmaktadır. Bu defa da Libyalılara vermiş oldukları bağımsızlık vaadini yerine getirmemişler ve bağımsızlık taleplerini baskı ve şiddetle bastırmaya çalışmışlardır. Bu süreçte İngilizlerin her daim uygulamakta oldukları parçala - hükmet (divide et impera)şeklindeki stratejileri devreye sokulmuş ve 1949'da Libya, İngiliz, Fransız ve İtalyan imtiyaz bölgeleri olarak üçe bölünmüştür. Bu da Libya halkının büyük tepkisine sebep olmuştur. Türkiye ne yapmaktadır bu tarihlerde? Daha önce de ifade edildiği üzere henüze Türkiye –ABD Anlaşması çok yeni olup, kültür coğrafyası unutulmamıştır. 1947 yılında Trablusgarp'taki Kuloğlu Türkleri, “Türk-Trablus Birliği” adıyla parti kurup Trablusgarp'ın Türkiye ile birleşmesini talep etmişlerdir ki, bu gelişmeyi Ankara'dan bagımsız bir talep olarak degerlendirmek mümkün değildir. Bu gelişmeler üzerine İngiltere ve kısmen de ABD kontrolünün artmaya başladığı BM, Aralık 1949 Libya'nın bağımsızlığını kabul etmek mecburiyetinde kalmıştır. Müteakiben de 21 Aralık 1951'de Bağımsız Libya Krallığı'nın kurulduğu dünyaya ilan edilmiştir. Ş
“Libya”, ilk defa Yunanlıların bölge için kullandığı adlardan biri olmakla beraber, bölgenin ilk yerleşimcilerinden Berberî Levâte kabîlesinin adının zaman içinde değişime uğraması sonucunda bu ifadenin ortaya çıktığı ifade edilmektedir. Osmanlı Türkçesinde kullanılan Trablusu'l-Garb, Trablus-i Garb ve Trablusgarp adları ise, bölgenin Suriye-Lübnan'daki (Doğu) Trablus'tan ayrılmasını sağlama amacına yöneliktir. Batıda yer alan Trablus, bölgeye ticarî amaçla gelen Fenikeliler tarafından kurulmuş ve bölge, M.Ö. V. yüzyılda Kartaca'ya bağlanmıştır. Bingazi ise, M.Ö. 630 yılında bölgeye gelen Yunanlılar tarafından oluşturulan antik Siren şehrinin kurulmasıyla ortaya çıkmıştır. Fenike, Kartaca, Yunan, Roma ve Bizans hâkimiyetlerinden sonra Hz. Ömer devrinde, Amr bin As kumandasındaki ordu 642 yılında Mısır'ın ardından Trablus ve Tunus'a doğru hareket etmiş ve 647'de Ukbe bin Nâfî ile Trablus'ta zafer kazanılmıştır. Oldukça köklü bir tarihe sahip olan bu coğrafyaya Osmanlı Devleti 15 Ağustos 1551'de hâkim olmuş ve Murad Ağa Trablusgarp'e ilk vali olarak atanmıştır. Murad Aga döneminde Fizan'a kadar bugünkü Libya Devleti'nin neredeyse tamamına yakını Osmanlı Devleti hâkimiyetine dâhil edilmiş edilmiştir. 1556'da da Turgut Reis beylerbeyi olarak burada görevlendirilmiştir. Turgut Reis'in dokuz yıllık valiliği Trablusgarp tarihinde önemli bir yer tutmakta olup bu bölgelerde yaşayan kabileler devlete tabii hale getirilmiştir. Libya tarihinde Karamanlılar dönemi ayrı bir öneme haiz olup 1711 yılında Karamanlı Ahmed Bey, Padişahın bu temsilî pozisyondaki “Beylerbeyilik” uygulamasına son verilen bir kararla , “Sultan Naibliği” benzeri bir imtiyaz tevdi edilmesini başarmıştır. .Müteakiben de Mısır'da Kavalalı hanedanında olduğu gibi Trablusgarp'te de bir Karamanlı hanedanı oluşmaya başlamıştır. Libya üç bölgeden müteşekkil olup, birisi Anadolu türkülerine de konu olan Fizan, birisi Trablusgarp ve bir diğeri de Sirenayka'dır. Osmanlı Devleti bu coğrafyanın tamamına çok önem atfetmiştir. Çünkü bu coğrafya Akdeniz güvenliğinin kilit noktası olarak görülmektedir. Bu nedenle de Trablusgarp ve Kuzey Afrika'daki toprakların tamamının müdafaası amacıyla, Anadolu'dan genç erkekler asker olarak Garp Ocakları'na gönderilmiştir. Daha sonraki süreçte Tunus, Cezayir ve Trablusgarp'de görev yapan bu askerlerin yerel halktan kızlarla evlenmesine müsaade edilmeye başlanılmış ve böylece sayıları bugün yüzbinlerle ifade edilen bir “Kuloğlu” aşireti oluşmuştur. Kuloğlu ifadesi günümüzde babaları Anadolu kökenli Türk ve Müslüman asker, anneleri yerel halktan kişiler manasına gelmektedir. Günümüzde ağırlıklı olarak Mısrata, Trablus, Zawiya, Derna ve Zliten ve Bingazi'de yaşayan bu aşiretin hali hazırdaki nüfus durumu net olarak bilinmemekle birlikte 1936 nüfus sayımına göre yaklaşık 35 binlik bir nüfusa sahip olmalarından hareket ederek günümüzde 7 milyona yakın Libya nüfusu içinde bu sayının bir milyonu geçtiğini söylemek mümkündür. ugün Libya'nın Mısrata şehri, Türklerin bütünüyle blok halinde yaşadıkları bir yer. Libya'nın tam ortasında bulunan Akdeniz'in iki sahilinin üzerinde duran Mısrata, yüzölçümü ve nüfusuna göre Libya'nın 3. büyük şehridir. Bu şehirde Kuloğlu/KöroğluTürkaşiretihâkim. II. Abdülhamid zamanında bölgenin artan stratejik önemi doğrultusunda Trablusgarp 'deki aşiret ileri gelenlerinin çocukları ve Kuloğullarından oluşan “Hamîdiye Alayları” kurularak, dışardan gelebilecek emperyalist saldırılara karşı hazırlıklı olunması için bilinçli bir faaliyet yürütülmüştür. Bir taraftan da Trablus, Fizan ve Bingazi'de birer kanaat önderi olan tarikat şeyhleri ve kabile başkanlarına madalyalar ve nişanlar verilip, unvanlar ihdas edilmek suretiyle Osmanlı Devletine bağlılık güçlendirilmeye çalışılmıştır. Fizan Sancağı, Osmanlı Devleti'nin Jön Türkleri sürgün ettiği bir yer olarak acılarla anılan bir bölge olarak tarihe geçmiştir. Ancak talyanların sömürgeci saldırıları karşısında, Fizan'da o sırada sürgünde bulunan tıbbiyeli ve harbiyeli Jön Türkler vilayetin çeşitli alanlarında istihdam edilerek, mevcut şartlar altında kendilerinden istifade edilmek istendiğinde de gönüllü olmakdan asla geri durmamışlar ve bu mücadeleye iştirak etmişleridr. 1908'de II. Meşrutiyet ilan edildiğinde Trablusgarp halkı bunu o kadar da coşkuyla karşılamamış hatta II. Abdülhamit aleyhine bir gelişme olarak görüp tepki gösteren aşiretler vb olmuştur. Bunun üzerine İttihat ve Terakki tarafından; meşrutiyet idaresinin nimetleri hakkında halkın bilgilendirilerek bir takım asayiş dışı eylemlere son verilmesi amacıyla Eylül 1918'de henüz Kurmay Yüzbaşı olan Mustafa Kemal görevlendirilmiştir. Bu şaşırtıcı görülmemelidir. Zira Mustafa Kemal Paşa II. Meşrutiyet sürecinde bir İttihatçıdır. Mustafa Kemal Paşa burada bulunduğu süre zarfında meydana gelen isyanları bastırmış ve Ocak 1909 ‘da İstanbul'a dönmüştür. Müteakiben de bölgedeki başarısından dolayı İttihat ve Terakki Fırkası kongresinde "Trablusgarp delegesi" seçilmiştir. 1911'de Trablusgarp'in İtalya'nın işgaline maruz kalması üzerine bu defa gönüllü olarak Mustafa Kemal Paşa, Enver ve Nuri Paşa ile birlikte yeniden bölgeye gelmiştir. Burada yürüttüğü stratejik plan ve uygulamalarla İtalyanlara karşı güçlü bir direniş teşkil edebilmek için yerli halktan milis grupları teşkil etmeye çalışmıştır. İtalyan işgalinin ilerleyen zamanlarında 28, 30'lu yaşlarda olan dönemin önde gelen genç Osmanlı kurmaylarından onlarca kişi gönüllü olarak Trablusgarp'taki direnişte aktif bir şekilde görev almaya devam etmişlerdir. Bu süreçte Teşkilât-ı Mahsûsa'nın da, bölgedeki mensupları ile sivil halkdan milis grupları teşkil ederek faaliyet yürüttüğü bir gerçektir. Halktan da efsanevi direnişçiler İtalya'ya karşı Trablusgarp halkının yanında destansı mücadele gerçekleştirmişlerdir. Bunlardan başta geleni Ömer Muhtar ve Şeyh Ahmed Şerîf es-Senûsî ‘dir. Mustafa Kemal Paşa ile İslam dünyasında saygın bir isim olan Şeyh Ahmet es-Senusi arasında başlayan dostluk, daha sonraki süreçte de devam edecektir. Mustafa Kemal Paşanın Trablusgarp'de önde gelen aşiret liderleri ile görüşmeler yaparken genelde büyük bir kararlılık içinde ikna yöntemini tercih etmiş olduğu görülmektedir. Güvenilir din adamlarından gerekli zaman ve zeminde destek almayı da sürdürmüştür. Benzeri davranışların 1919 sonrası için Anadolu iç isyanlarına karşı da aynen uygulanmış olduğu bir gerçektir. Elbette bu süreçte Şeyh Ahmet es- Senusi'nin TBMM emri dâhilinde Güneydoğu Anadolu ve Irak bölgesinde isyan etme ihtimali bulunan aşiretler üzerine nasihatçı olarak gönderilmiş olması da üstünde önemle durulması gereken konular arasındadır. Mondros Mütarekesi sonrasında 15 Kasım 1918 tarihinde Wilson Prensipleri'nin 9. Maddesinde “İtalya'nın sınırları, açıkça belirlenmiş ulusal sınırlar temelinde yeniden çizilmelidir” ibaresi ve 12. Maddede ifade edilen “ Bugünkü Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Türk kesimlerine güvenli bir egemenlik tanınmalı, Türk yönetimindeki öbür uluslara da her türlü kuşkudan uzak yaşam güvenliğiyle özerk gelişmeleri için tam bir özgürlük sağlanmalıdır. ……” selahiyeti doğrultusundaTrablus Cumhuriyeti kurulmuştur.Elbetteki bu durum, Anodolu'daki gelişmelerden bağımsız olmayıp, bölgede Teşkilatı Mahsusanın yoğun faaliyetleri doğrultusunda bu sonuca ulaşılmış olduğu bir gerçektir.Aynı durum 3 ay gibi kısa bir ömrü olsa da 31 Ağustos 1913 de kuruluşu ilan edilen Garbî Trakya Hükûmet-i Muvakkatesi/Batı Trakya Geçici Hükûmeti ile 17-18 Ocak 1919'da kuruluşu ilan edilen Cenub-ı Garbi Kafkas Hükûmet-i Muvakkate-i Milliyesi/Cenub-ı Garbi Kafkas Hükûmet-i Cumhuriyesinin ilan süreçlerine çok benzemekte olup aynı devlet aklı ile bu startejinin uygulanmış olduğunu söylemek mümkündür. 16 Kasım 1918'de Trablusgarp Cumhuriyeti'ni kuran kadrolara baktığımızda da İtalyan işgaline karşı direnişi başlatan birçok ismi görmek mümkündür. Aynen Osmanlı coğrafyası üzerinde kurulmuş olan diğer iki cumhuriyet gibi ömrü uzun olamasa da (1918-1922 ) bu siyasi yapının İslam coğrafyasında emperyalizme karşı bir umut olduğunu söylemek mümkündür. İtalyanların II. Dünya Savaşı devam ederken 1942'de tahliye etmek mecburiyetinde kaldıkları Libya'nın kaderi değişmemiş ve bu defa da İngiliz hâkimiyeti başlamıştır. Türkiye bu gelişmeleri doğru değerlendirebilmek için 13 Nisan 1942'de Genelkurmay Hava Müşaviri Tuğgeneral Şefik Çakmak başkanlığında bir heyeti Libya'ya göndermiştir. O tarihlerde hala Mustafa Kemal Atatürk'ün kültür coğrafyası üzerinde etkin olma stratejisi takip edilmekte olup, henüz Marchall yardımı süreci başlamamıştır. Yani tarih eğitimi hala milli olup, Türkiye'ye bir Akdeniz ülkesi olduğu ve Libya'nın stratejik önemi unutturulmamıştır. İkinci Dünya Savaşı'nda Şeyh Ahmet es- Sunusî'nin yeğeni İdris, İngiltere safındaki devletlere yardım ederken, Libya'nın bağımsızlığı sözünü almıştır. Ancak I.Dünya Savaşında İngiltere ne yaptıysa, II. Dünya Savaşı esnasında ve sonrasında yaptıkları arasında da büyük benzerlikler bulunmaktadır. Bu defa da Libyalılara vermiş oldukları bağımsızlık vaadini yerine getirmemişler ve bağımsızlık taleplerini baskı ve şiddetle bastırmaya çalışmışlardır. Bu süreçte İngilizlerin her daim uygulamakta oldukları parçala - hükmet (divide et impera)şeklindeki stratejileri devreye sokulmuş ve 1949'da Libya, İngiliz, Fransız ve İtalyan imtiyaz bölgeleri olarak üçe bölünmüştür. Bu da Libya halkının büyük tepkisine sebep olmuştur. Türkiye ne yapmaktadır bu tarihlerde? Daha önce de ifade edildiği üzere henüze Türkiye –ABD Anlaşması çok yeni olup, kültür coğrafyası unutulmamıştır. 1947 yılında Trablusgarp'taki Kuloğlu Türkleri, “Türk-Trablus Birliği” adıyla parti kurup Trablusgarp'ın Türkiye ile birleşmesini talep etmişlerdir ki, bu gelişmeyi Ankara'dan bagımsız bir talep olarak degerlendirmek mümkün değildir. Bu gelişmeler üzerine İngiltere ve kısmen de ABD kontrolünün artmaya başladığı BM, Aralık 1949 Libya'nın bağımsızlığını kabul etmek mecburiyetinde kalmıştır. Müteakiben de 21 Aralık 1951'de Bağımsız Libya Krallığı'nın kurulduğu dünyaya ilan edilmiştir. Ş
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat